Ankara Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışma Filmlerini hafta sonu izledim. Yerli belgeseller ile Oscar adayı olan veya Netfix’te yayınlanan modern belgeseller arasındaki uçurum hala büyük. Bizler nedense bir türlü konuşan kafa çekmekten kurtulamıyoruz. Buna ben de dahilim. Herkesin “ülkemizde anlatacak çok öykü var” dediği bir durumda eğer düzgün iş çıkmıyorsa çuvaldızı filmcilere batırmak ve bir öz eleştiri yapmak lazım. Bizim Germiyan'ın Renkleri belgeselini keşke daha az konuşan kafa ile çekseydim!
Benim hatırladığım kadarıyla bizde “belgesel” kelimesi 90’lı yıllara kadar yabancı doğa belgeselleri ile eş anlamlıydı. Arada görülen TRT işleri ise günümüzdeki “yerli belgesel” dendiğinde akla gelen anlatı yapısının temellerini oluşturmaya başlamıştı. Yine 90’lı yıllarda iki yeni aktör “yerli belgesel” piyasasını değiştirmeye başladı: Coşkun Aral ve Nebil Özgentürk.
Coşkun Aral savaş muhabiri iken televizyona “Haberci” isimli bir program yapmaya başladı. Bu, Coşkun Aral’ın elinde mikrofonla sunduğu, dünyanın değişik yerlerinde ilginç sayılabilecek olayları Aral’ın yorumları ve röportajlarla sunduğu bir programdı. Aslında Acun Firarda ile aynı yapıdaydı. Acun yerine Coşkun Aral, Rio plajında bir dilber yerine Afrika yerlisi. Yapı aynı, sadece konu ve konuklar farklı.
Nebil Özgentürk ise daha popüler bir damar yakalamayı başardı. Ülke tarihinde yaşayan, ölmüş, sanatçı, politikacı, sporcu kim varsa yaptığı biyografik televizyon programlarına “belgesel” dedi. Bol miktarda konuşan kafa, dramatik müzik, arşiv görüntüleri ile bezeli bu “belgeseller” bir anda Nebil Özgentürk’ü popüler yaptı.
Burada yarattığı fark ile çıtayı yükselten Can Dündar’ı da anmak lazım.
2000 lerde artık dijital sinema devrimi ile film yapmak ucuzlamıştı. Bunu gören yüzlerce filmci sevdiği bir coğrafya, tuttuğu takım, ilginç sayılabilecek bir kişi, popüler bir sanatçı, yazar üzerine yüzlerce belgesel yapmaya başladı. Yine bu dönemde yapacağı belgeseli kendisine uzatılmış bir mikrofon gibi gören çok sayıda filmci politik görüşlerini onaylayan, açıklayan sağdan ve soldan çok sayıda belgesel üretmeye başladı.
Dünyada ise 2000 lerin başında Michael Moore kendine has dili ile bu türü yaygın sinema gösterimine sokmayı başardı. Günümüzde ise NatGeo kanalı Mars, Einstein, Picasso gibi çok üst düzey işlere imza atarak TV alanında çıtayı sürekli yükseltiyor.
Bizim de artık oturup TRT, Coşkun Aral ve Nebil Özgentürk ile oluşan TV programı mirasını bir yana bırakarak teknik ve anlatım yapısı itibarı ile dünyayla rekabet edebilecek işleri yapabilmemiz gerekiyor. Yapabilir miyiz? Az da olsa yapanlar olduğuna göre genetik bir sorun yok!
Comentarios